Cuma, Aralık 7

YANLIŞ SAYILAN BOZUK PARALAR VE AŞK ÜZERİNE


Deli gibi kar yağıyordu, cebimde az bir para vardı. Aç değildim ama içim kıyılmıştı. Böyle durumlarda canım hep tatlı ister. Çikolata yiyeceğine pekmez ye eşşoğlueşşek diyen annemi düşündüm bi an. Halbuki pekmez, çikolatadan daha pahalıydı, neden böyle söylerdi ki annem diye düşündüm montumun cebindeki madeni paraları sayarken. Üç lira yirmibeş kuruşum vardı, kara sinek gibi ellerimi ovuşturdum bir süre. Ne alabilirdim? Ne istiyordum? Yarım saat sonra kendimi ne yerken hayal ediyordum? Kararsızdım. Çektim, aldım montu kapımın arkasından, geçirdim pijamamın üstüne. Pantolon giymeye zaman yoktu. Tatlı beklemez.
Apar topar çıktım apartmandan. Kapıcı ile karşılaştık, merhaba dedim, aleykümselam dedi. Yani demek istedi ki, amına koduğum imansız pezevengi.  Aldırmadım. Lafların altında anlam arayacak zamanım yoktu. Apartmanın bahçesinden çıktığımda, caddenin solunda Bim duruyordu… Eski sevgiliydi Bim. Sadece para az olunca gidilen unutulmuş bir liman gibiydi. Mağrurdu Bim. Unutulmuşluğun kırgınlığı vardı üstünde. Uzun süre mesaj atılmayan sevgili gibiydi.  Mesaj hakkım bitti cnm ondan yazamadım kbakma demek istedim ama yemezdi Bim. Çektim kapşonu kafama, koşar adım gittim. İçeri girdiğimde o sadece Bime ait beyazlık karşıladı beni. Rafların üzerindeki kameraya takıldı gözüm, gülümsedim. Tatlı reyonunda takıldım uzunca bir süre. Uzun bir arayıştan sonra Centro gofretlerinin yanında buldum kendimi. Ama Centro, eski Centro değildi. Son aldığımda gofretlerin gramajını büyütmek için fazladan bir katman eklemişlerdi ki, aradaki o yoğun çikolatanın tadını almamı engelliyordu. Centro ile olmazdı. Başka bir şeydi benim aradığım. Çikolata olmasa da olurdu. Odamda çekmecede duran Cafe Crown ları düşündüm. Onunla giden bir şey almalıydım. Aranıyordum deli gibi. Sonunda buldum… Kurabiye almalıydım. Artık reyondaki yerini ezberlediği Kavala Bademli Kurabiyelerin yanında aldım soluğu. İşte bu diyerek gülümsedim… Canlarım benim. Nasıl da duruyorlar rafta sıra sıra. Ama gözümdeki o parıltı, fiyatlara bakınca söndü. Zam gelmişti Kavalaya. Üç lira kırkbeş kuruş yapmışlardı. Hüzünlü bir ifadeyle baktım Kavalanın üstündeki unlu kurabiye resmine. Ne de güzel olmuşsundur beyazlar içinde sen dedim, içimi çektim. Daha fazla bakmamalıydım. Sevgilisinden ayarı yemiş Yeşilçam kızı edasıyla gözlerimi kolumla kapatarak koşar adım çıktım Bim den. Hava soğuktu. Hava bıçak gibiydi. Başka tenlerde aramalıydım aşkı. Hemen Bim’in karşısındaki Ayka markete girdim. Tam kapıdan girecekken dönüp arkamı baktım Bim’e pis pis gülümsedim. Beni görmemiş gibi yapıyordu Bim. Eheheh sen başka yere bakıyormuş gibi yap. Ama şunu unutma Bim… Benim gibi seveni bulamazsın. Beni yirmi kuruş için sattın, beni hak etmiyorsun artık diyerek gülümsedim ve daldım içeri. Farkıydı burası. Pahalıydı… Kavala da yoktu burada. Arayıp tarayıp bir kuru pasta buldum, üzerinde fiyat yazmıyordu. Bir süre inceledikten sonra kasiyere gittim, o soğuk bakışlar altında konuşmaya girmek için zorlansam da “şey… bunun üzerinde fiyat yazmıyor ama…” dedim. Daha lafımı bitirmeden üç buçuk dedi ve işine döndü soğuk nevale. Ağır adımlarla arkamı dönüp, bıraktım yerine ve çıktım. Kar hızlanmıştı. Tatlı yemeliydim.  İleride bir market daha vardı. Donuyordum. İçime kaçan kar tanesiyle irkilip hıaaa ananıskiyim diye böğürdüm. Bana bakıp gülüşen teyzelerin arasından sıyrılarak daldım içeri. Burada da yoktu. Çıldırmak üzereydim. Olmuyordu… Olmayınca olmuyordu…  Attım elimi cebime, çıkardım madeni dostlarımı. Dert ortağım onlardı. Acı acı gülümsedim, nasılsınız dedim. Rahat mı cebim? Isındınız mı? Belki cebimdeyken siz de kaynaştınız birbirinizle. Belki siz de tattınız bu aşk denen illeti. Belki siz,  belki siz …o benim tadamadığım karşılıklı aşkı buldunuz. Nasılsın yirmibeş kuruş? Alıştın mı arkadaşlarına. Sen elli kuruş? Eheh sana kız mı yok be oğlum takma. Sizler kocaman bir ailesiniz. Benim cebimde yetişen mutlu bir köysünüz. Köyünüz her daim sıcak kalacaktır, söz veriyorum. Mandalina kabuğu kokulu yuvalarınızda sevin, sevilin, sevişin. Ben yapamadım, siz yapın. Hatta çocuk yapın… Bi Dakka… Çocuk yaptınız mı siz? Eğer yaptıysanız…
Hemen saydım paraları. O da ne. Geriye doğru irkildim. Evet cebimde tam üç lira elli kuruş vardı. Mutluluktan uçacak gibiydim. Koşarak çıktım marketten içime doluşan kar taneleri bile soğutamıyordu beni. İşte geldim Bim dedim. Sevgilin geldi işte… Koşarak girdim içeri görevlilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan Kavala Bademli Kurabiyeyi kaptığım gibi kasaya gittim. Parayı verirken elim titredi. O küçük köyüm, artık yazarkasa da büyük bir metropole bağlanmıştı. Onlar da büyük şehirlerde benim gibi soğuk, hissiz aşklar yaşayacaktı belki. Mandalina kabuğu kokulu köylerini özleyeceklerdi, kim bilir?
Çıktım Bim den geldim eve. Mutluydum, kahvemi yaptım, kuruldum koltuğuma, dışarıyı seyrettim.
Deli gibi kar yağıyordu.
Cebimde para yoktu. 

Salı, Eylül 11

BERKAY' LARA AÇIK MEKTUP


Sahilden en paspal halinle geçerken, güzel bir mekanın önünde duran lüks bir arabadan çıkan, üç numara saçlı kirli sakallı, herkesin ilgi odağı olan, belki de senin hoşlandığın, platonik yazdığın kızların nerde kaldın berkay yaa deyip,gözlerinin içine baktığı, sulandığı, her zaman dört ayak üstüne düşen, hayatı sadece iyi tesadüflerden ibaret olan Berkaylar. sözüm size:

Bak berkay. benim muhtemelen kısa bir zamanım kaldı. Önümüzdeki 8-9 yıl içersinde ya aşırı panik atağın sonucu kalp krizinden öleceğim, ya da yalnızlıktan, şizofreni tanısı yiyip kafayı tırlatacağım. Hayat buysa zaten çok da fazla durmaya niyetli değilim.
Yüzün düştü berkay hayırdır? Üzülme, ben hazırladım kendimi. Gerçi hazırladım dediğime bakma. Şimdi bi sarsıntı olsa tabanlarım götüme vura vura kaçarım. Ama sonuçta bununla yaşamayı öğrendim. Benim hayatım sayısız kötü tesadüflerle dolu Berkay. Yurtta çocuğun teki hırsızlık yapmıştı, yakalanacağını anlayınca telefonu elinden fırlatmış, telefon da benim yatağıma düşmüştü tesadüf. Sonra odaya girince hırsız damgası yemiştim. Tam hayatımın aşkına ilan ı aşk edecektim, bir gün öncesinden kendimi hazırlamıştım. Tam o gün amcam vefat etti, memlekete gittik, geldiğimde kız çoktan beni çıkarmıştı hayatından. Geçen yıl tam autocad de bilgisayardan çizim yaparken bilgisayar çöktü, projeyi hazırlayamadım ve kaldım. Tesadüf bunlar berkay. kötü tesadüf, sen bilmezsin.
Bizim gibi salaklar, silik dedikçe silik tiplerdir. Hiçbirimizin yüzünü hatırlamazsın bile. Neyse berkay konu bu değil. Tek bir dileğim var. Yüce rabbim benden alsın, sana versin. Hep dört ayak üstüne düş Berkay. Ben kafa üstü çakılırım. Ben hayatı yaşamaya çalıştım yıllarca, çocukluğumdaki saflığı, o canlı renkleri aradım. Şiirde aradım, müzikte aradım, edebiyatta aradım, yeteneğim yok Berkay, yapamadım. Hayatı yaşayamadım. sen yaşa Berkay. Kıskanıyorsam şerefsizim. Hoşlandığım kızlar vardı benim Berkay. Hepsi şu an senin peşinde. Hepsiyle çatır çatır seviş. O kızların çoğuna sözler hazırlamıştım. İstersen gel sana söyleyeyim o sözleri. Kızlara söylersin, hoşlarına gider. Dedim ya berkay bakma öyle. Tatil köyleri, köpüklü dans partileri seni bekler Berkay hadi git.
Çocukluğunda da bilirim Berkay. Zengin adam olmak isterdin hep, oldun da. Ben mavi power ranger olmak isterdim, şimdi aynı bokun laciverti oldum. İyi bir edebiyatçı olmak isterdim, heredot cevdet oldum. House md olmak isterdim, doktorlar dizisindeki kutsi oldum. Ben hep çakma nike tadında yaşadım hayatı. Hep bir şeyler eksikti. senin her şeyin var. yakışıklısın, zenginsin, istediğin okulda okuyup, istediğin mesleği yapabilirsin. Özel okullar seni bekler. dedim ya Berkay kıskanmıyorum. ben yurt köşesinde uyumaya çalışırım. Sen üç kızla ikili yatakta yat.
Neyse Berkay uzattım. Hadi koş, hayat seni bekler. Benim yaşayamadığım, teğet geçtiğim hayata voleyi vur Berkay.
 

Cuma, Ağustos 31

bu gotham şehrinin kötülerden çektiğini istanbul barzolardan çekmedi lan

batman i batman jokeri joker yapan bu şehrin vatandaşlarından biri olduğumu düşündüm bir an. sonra irkildim ve kendime geldim. "yok lan yaşanmaz" dedim. başlangıcıydı, yükselişiydi, kara şovalyesiydi-arnold şıvarzeneger in (okunuşu bile zor yazılıyor amk) oynadığı o en boktan filmi bile-  oğlum kaç filmdir izliyoruz doğru düzgün belediye otobüsü bile yok lan şehirde. koccccaaaaaaa gotham şehrinde bir körüklü volvo, çoluğu çocuğu kaçırılmış ta onları haykırarak arayan bir kaplan yavrusunun çığlıklarını andıracak şiddette feryat figan sesler çıkartan bir 1982 model sanos olmaz mı ? olmuyor işte...

http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=58620&start=10

peki bir belediye otobüsü bile olmayan böyle bir şehri kim ne yapsın amk? jokeriydi, pengueniydi, kedi kadınıydı ve daha yazmakta üşendiğim bir çok şerefsiz pezevenk karaktersiz haysiyetsiz karakter hali hazırda fukara daşşağı gibi kokan şehri iyice bok hale getirdiler. hayır bu ahlaksızlar "vay efendim gotham için sınav zamanı, yok efendim gothamlıların onurlarını test edelim" gibi triplerle bu vatandaşı gerim gerim germediler mi? yazık o batman e... adam vatandaşı kurtara kurtara bir hal oldu, hele ki bir ara gotham emniyet teşkilatı o kadar rahattı ki 2-3 eşşek sıpası kapıyı çalıp kaçsa hemen "vur batman ışığını karanlığa"....iyi amk siz alın 2000-3000 lira maaş, yatın amk. bu kadar (spoiler geliyor lan dikkat, o en son filmdeki gibi kayarlar işte) illa ki bir gün bir sıkıntı doğar.

bu arada batman ışığı dedim ama aklıma kızıl ötesi bir tespit geldi lan. hazırsan geliyor;

şimdi geceleri bu ışığı veriyorsun batman geliyor, falan filan yapıyor ve olayı çözüyor, peki bu gotham şehrinde gündüz olay olunca batman e nasıl ulaşıyorsunuz lan???????????!!!!%+()????****

saygılarımla

Çarşamba, Ağustos 15

Eşime

Hani insanlar sevdiğine geçmişinden bir şey veremez ya. İşte geçmişimden bir şey verebilmek adına yazıyorum bu mektubu sana.

Bu mektubu yazdığımda bilmiyordum seni. Fakat bu; seni düşlemediğim anlamına gelmiyor. Çünkü sen benim yuvamı kuran dişi kuşumsun, gözlerine bakınca başımın döndüğü.

Bazen şarkılar mırıldanabilirim sana.. Nasıl hoşuna gider, nasıl mutlu ederim seni. Belki aşkla yüzüme bakıp, sarılabilirsin bana. Sonra da işve yapıp ''bir de şiirler görebilsek senden'' diyebilirsin. Bense hiç şiir yazmayacağım sana. Çünkü bilirim; seninle aynı hayatı yaşamak zaten başlı başına bir şiir, ben bundan öte bir şey yazamam ki...

Cumartesi, Ağustos 4

Aynı Yolda Yürürken


ben yanında olmayanların yanında kaldım her zaman
benimle gör yeter ki
bende sence var mı ben biraz
biraz düşündüm olmadı kalın kafam inanmadı
kırık dökük bu resme baktım anca ağladım
kırdı geçti kalbimi
ben ağladım günler boyu
uyuştu kalbime giren bu okları çıkarmalı
elimde biraz çiçek ve avuçlarımda umut var
aynı yolda yürürken ben aynı yerde durdum bak
sende ağlama yeter be dünya güzel bu son perde
ister inan hislerinle ister inan hislerimle
ister inan hislerinle baloncukların benimle
oyuncak benim dilimde gözlerimde aynı şarkı
ezgi melodi uyandı kalbim aynı bir çocuktu
eskişehir gülmemekte ben benimle süt bir evde
isterim de sevdiğim yanımda olsun her zaman
gülümsesin zaman zaman bulutlu gökte bulutlarla

buldum aşkı belki derken sen giderken o giderken
arkada bıraktığın bir iz var unutma beni
dün çocuktum bugün çocuk hala ben bir çocuk muyum
senden önce bir masaldı,masallarda yalanmış
ufak kalbim teklemekte
süt beyaz bu ellerinde bıraktığın özlemimle
güzel kokan saçlarınla sen yanımda olsan bir rüzgar esse ufaktan
saçlarında dağılsa ne olur
güzelliğin mi bozulur
güneşten de güzelsin sen yıldızlar gözünde kaybolur
düşündüğüm zaman seni çıkamaz oldum
bil ki ben yanında değil rüyalarında büyürdüm
aldı gitti benliğimi o üzüldü sen üzüldün
duygularımı kaptın
onca hayal vardı ceplerimde
dağıttım ben ellerimle yoksul olan kalplere
parantez içinde severdim önceleri seni ben
şimdilerde kaybolan bu noktalarda bittin sen

Pazar, Temmuz 29

Sütlü İrlanda Viskisi

İki kaşımdan aşağı melün melün süzülerek, kalp şekli çizip çenemde birleşen iki masum ter damlasının sonsuz saadeti şüphesiz ki beni duygulandırıyor şu inanılmaz sıcak yaz gününde. Öyle ki insan serinlemek söz konusu olunca birden hiç olmadığı kadar yaratıcı hale geliyor ve abzürt abzürt fikirler üretiveriyor. Misal ben son birkaç gündür evin bir odasını boşaltıp orayı "fahri havuzodası" yapmayı kafamda ciddi ciddi kurguluyorum. Kapısına da biricik testeremle oyduğum küçük tahta parçasına "fahri" yazıp asmayı planlıyorum ki görenler dehşete düşsün.
Tabiiy, bu 86 derece sıcakta akla havuzdan başka şeyler de geliyor. Buz gibi, tatlı mı tatlı, viskiler, likörler, nihayet yaptıkları sübliminal reklamlar bir işe yarayan içine buz doldurulmuş bardakta şakırdayan coca cola'lar, hatta bazen eskiden tv'de dehşetle izlediğim bir skeç serisinin kahramanı olan Bülent Ersoy'un süt banyosu yapış sahneleri...
*Burada kafa sallama efekti girilmek zorunda, sahneleri çabucak kaybetmek lazım zihinden*
Bütün gün bunları düşleyerek işine konsantre olamayan sadece ben miyim, yoksa dünya hakkaten güneşe 3 santimcik daha yaklaştı da aslında hepimizin beyni mi eriyor, bilmiyorum.
İrlanda viskisini hayal ederken şimdilik sadece İrlandalı dedelerle yetiniyorum, o da başka bir gerçek.

Pazartesi, Temmuz 23

Karanlık Korkusu

Sokak lambalarına taparak yürümektir bazıları için.
Bazıları içinse, evine bir sokak lambası sığdıramadığı için üzülmektir.
Sokak lambaları kocamandır çünkü, salon avizeleri kadar cılız değildir vücutları; iri iri.
Sanki, bir tanesini alıp eve sığdırabilsem, ona sarılıp uyuyabilecekmişim gibi.
Avizeler de aydınlatır aslında yeterince. Ama güçsüzdür onların elleri; düştüğü yeri yakan ateş gibi.

Ne var içinde karanlığın? En büyük korkularım? Yoksa şimdiye dek kaybettiğim tüm ışıklarım mı?
Ne zaman gece olsa, güneşin, kaçırdığım her saniyesi için dakikalarca pişmanlık duyarım, ayrı ayrı. Kıymetini bilemediğim ışık huzmeleri, bir bir peşimde gezer geceleri, minik tıkırtılar eşliğinde. Kimilerine göre bu, basit bir karanlık korkusu. Ama bence değil. Bu, kaybettiğim tüm ışıklarımın benden intikam alma isteği, en şiddetli karın ağrısı. En gürültülü sessiz tıkırtıların senfonisi.


Salı, Temmuz 17

Anka


O, sonsuz bir döngüydü.

...

Gecenin karanlığında,
Ay ışığının altında,
Gölgeleri belirgin, ama cisimsiz hayatların arasında
Bir kadın gördüm.
Yüzü bana benzemeyen, ama gölgesi ben olan.

Bir cisme bürünmem uzun sürdü.

Gökyüzünün siyahlığı
Yansımasında kayboldu yerdeki yıldızın;
Kadının gözlerinden çıkan ışıltıyla.
Yüzü bana benzemeyen, ama gölgesi ben olan.

Yıldızın ışığıyla yandım ben.

Gecenin karanlığında,
Tek bir yıldızın altında
Cismim yavaşça yere döküldü, küller arasında
Bir kadın gördüm,
Yüzü bana benzemeyen, ama rengi gri olan.

Yıldız kayboldu, yeniden karanlık çöktü.

Gecenin karanlığında,
Ay ışığının altında,
Gölgeleri belirgin, ama cisimsiz hayatların arasında
Bir kadın gördüm.
Yüzü bana benzemeyen, ama gölgesi ben olan.

Bir cisme bürünmem uzun sürdü.


Pazartesi, Temmuz 16

Ağlardım Küçükken


tüylü yastıklarım da sen kokan bu korkularım
sevgi yarın olsa yarınlarında yarın olun yarın
elimdeydi duygularım sana vermek istedim
bu çocuksu karakterle onu senden gizledim

öperken boynundan onu hissederdim harika
istemezdim ayrı kalmak,istemezdim uzaklaşmak
fallarımda çıkan kadınlarla mutlu olurken
bir desteden arta kalan bir kağıt ve  ismi sen

sabahlarım uykuluyken,güneşten gece doğarken
satırlarım sustururdu biraz uyumam için
kalem defter elimdeyken uyuklardım bazen ben
rüyamda seni görürdüm ağlardım bazen ben

kırık dökük cümleler birikti dudaklarımda
kış görünür körün hala yanaklarında
hep seninle hep mutluyum hayli çok mutluyum
siyah beyaz bir resimdi rengarenk durumdayım

çocuktum sabahları büyüdüm
akşam olmuş yürü akşam oldu üşüdüm ben
ağlardım küçükken
şimdi bende ben değil

Perşembe, Temmuz 12

Sessizlik Şarkı Söylerken

Bölüm I


 Gözlerini sımsıkı kapattı. Uzun sarı saçlarını savurdu ve kendini yatağa attı. Yumuşacık yastık ve yorganı bir öğrenci evinden çok, daha çok bir baba evini anımsatıyordu ona. Evini paylaştığı iki kız arkadaşı hala alışverişten dönmemişti. Kendini bitkin hissettiğini söyleyerek evde kalmıştı birkaç gündür alışkanlık haline getirdiği davranışı tekrarlayarak. Aslında bu,  günlerdir haber alamadığı erkek arkadaşından bir ses çıkması halinde, ona iyi bir azarlama mesajı gönderebilmek için evde yalnız kalma isteğinden başka bir şey değildi. 


Gerçi, çocuğun yine ani bir depresyon krizine tutulup tutulmadığını da merak etmiyor değildi içten içe. Böyle zamanlarda çocuk kendini kimsenin bulamayacağı bir yerlere gizler, orada öylece durup sessizce ölümü beklerdi. Ancak her seferinde ölümün beklemekle gelmediğini fark edip kendini öldürmeye kalkardı. Ama şans eseri şimdiye kadar hep ya tam kan kaybından ölmeden önce ya da kan kaybetmesini sağlayacak talihsiz teşebbüsünü gerçekleştirmeden hemen önce bulunur ve hastaneye kaldırılırdı. Bu şekilde adeta her gün “ruh değiştiren” bir gencin kız arkadaşı olmak çoğu zaman yanlış gelirdi Suna’ya. Çocuğun, ne yapacaği belli olmamakla birlikte, girdiği depresyon krizinden hızla çıkabilme yeteneğine de sahip oluşu, zihin yoran bir şaşkınlık kaynağı idi. Birileri onu bulduğunda kan içinde bile olsa normal biriymişçesine ve hiçbir şey yokmuşçasına espri yapmaya çalışırdı. 

Salı, Temmuz 10

Aç karna sakız çiğnemek gibidir mutlu olmak

Aç karna sakız çiğnemek gibidir mutlu olmak. Açlığını bastırmak için ne kadar hızlı çiğnersen, ağzında tükürük miktarı da o hızla artar. Mideye indiğinde, daha da fazla acıktırır. İşte böyle bir şeydir mutluluk.

En iyisi gelse, bütün hedeflerine de ulaşıp mutlu olsan, daha da fazlasını istersin ve bu yüzden zamanla kaybedersin. İnsan doğası doyumsuzdur, aç bir balığa benzer ne kadar yerse yesin bir türlü inanmaz doyduğuna. Sonrasında farklı alternatifler arar. Elindekinden de olur yetinemediği için. Mutluluk, ne bir sakız kadar yapışkan; ne de açlık kadar eksikliği hatırlanandır.

Çarşamba, Haziran 13

Bazen ölünür

        Armonika, yaşayan bir çalgıdır, senin nefesinle. Ciğerlerin onun ciğerleridir, kalbin de onun kalbidir, onda atar. Zihnindeki ve yüreğindeki med-cezirleri bütün hengamesiyle dışarı püskürtür o şahsına münhasır gevrek ve iğreti çığlıklarıyla. Çığlık demek doğru olmaz, daha çok inler o aslında, ve nağmeler cabasıdır, daha çok inler o aslında.
   
       Sözcükler, ağır uykusuzluk halidir. Uykulu oluşun tersi olan uykusuzluk halidirler. Uykuluyken bizim için, uykulu ve uykusuz birdir zira, ve hiçtirler. Uykusuzken ise, pirüpak bir zihinle olmasa da, adını ve insan oluşunu hatırlayacak kadar uykusuzken, sözcükler "bir şeyler"leşmeye başlar.

Pazar, Haziran 10

Sonsuz Şimdinin Etkileri

Bazısı insanoğlunun, çok garip edalara hükmederek nefes alır. Koştuğumuz tüm yalan gerçeklerin bilmezden gelinmesi, insanı kendi kaosuna sürüklüyor. Bir kadın çığlığında gizliyor tüm anlamlarını misal. Kimi de eliyle taşları topluyor. Oysa döngü sezilmemiş tüm hissiyatların tarifsiz bilgisinde yatıyor.

yani...

 Tecrübe ettikçe aslında elimizde olmayan tüm bilinçleri kazanıyoruz. ...ve bize yaftalanan tüm hırsların aslında yokluktan geldiğini anlıyoruz. İnsan büyüdükçe vazgeçiyor bir çok şeyden. Oysa küçükken ne de çok vardı ileri doğru koşan hayaller. Hem de inanılmaz bir hızla. Geçmişi öğrendikçe adeta, yani geçmiş hakkında bilgimiz ne kadar çok artarsa o kadar vazgeçiyor(sun) insan yarından.


 gelecek katlediliyor:

 Sızıntı büyük, sorumluluk ağır. Vaz mı geçmeli haz mı almalı? Kaçınılmaz son ise zorunlu kabullendiriş. en güzeli ise kendini şelaleye doğru hızla ilerleyen bir nehirde deniz yatağıyla, ağzında sigaran, ellerin ensende kenetli bırakmaktır, gökyüzüne son kez bakarak.

 İşte sana sonsuz şimdi'nin en kısa ama en uzun yolu. Susmak ve devir alan tüm eylemleri pencereden sokağa bakar gibi izlemek bazen en güzel olanı insanoğlu, bazen de dinlemek o çığlığı:




 

Cuma, Haziran 8

Güller Kırmızıdır, Menekşeler Mor


Sanırım, dünyanın en basit tabusu renkler.
Kırmızının kırmızı oluşu, yeşilin turuncu olmayışı. İstese de olamayışı.
Benimsenmiş, kabullenilmiş gerçeklerin değiştirilemez oluşu.

Şimdi ben çıkıp desem, "Ulan yeter bu sandalyeye sandalye dediğimiz. Artık adı dokoko olsun" desem, kim umursar beni? Sandalyenin adı değişir mi? I ıh.
Zaten, gelin görün ki, dillerin ve kelimelerin gelişimi de böyle olmadı. 

Kimileri kısıra soğan koymaz, kimileri ise sabahları yürüyüşe çıkar. Bense evde kanguru beslemek için illa bir kangurunuz olması gerektiğine inanmayanlardanım.

Bir de oğlum, bu reklamlarda çıkan Sağlık Bakanlığı Sigara Bıraktırma Hattı - 177'yi ne zaman arasam yanlış numara diyor lan.
Hayır herkesten önce ben mi fişlendim de, sigara içmediğimi zaten biliyor ve beni almıyorlar aralarına, anlamıyorum. 
Gördüğünüz üzere, sigara bırakma hattını da sadece sigara içenler aramak zorunda değil. Ah ulan hükümet!


Çarşamba, Haziran 6

Geçmişten Günümüze Saat


Saatlere anlamlar yükleyip modern hayatın bizi nasıl kıskıvrak yakaladığından filan şikâyet etmeye hakkımız yok, dünyadaki ilk günlerinden beri insanlar bir şekilde zamanı ölçmeye çalışmışlar. Yani aynen saçlarımız gibi saate olan merakımız da atalarımızdan miras kalmış. Güneşin gökyüzündeki hareketlerine bakmışlar, gölgeleri izlemişler, üzerinde işaretler olan ve yandıkça işaretleri silinen mumlar denemişler, yağı bittikçe zamanın geçtiğini anlatan gaz lambaları ve kum saatleri yapmışlar. Uzak Doğu’da, yakılan tütsünün ne kadarının bittiğine bakılırmış. Su saatleri, hava bulutlu olduğunda çalışmam diye tutturmadığından daha tutarlı ölçümler yapılmasını sağlamış. 

Salı, Haziran 5

Rast


Her şey pitondaki random modülünün saat sinyali bilgisini bi işlem dizisinden geçirip değerler üreterek çalışıyor olduğunu öğrenmemle başladı.

Zamanla teknolojiye olan inancım zayıflamıştı. Teknoloji, kelimenin tam anlamıyla tekliyordu. Aslında her şey bir topun yüksekten düşmesi kadar sade, sıradan, basit ve bayağıydı. Dahası, tahmin edilebilir, ve bağlıydı, en önemli kelime de bu, bağlıydı her şey. Başka bir şeye bağlıydı, insan zekasının aşmış bir ürünü olan bu alet beceremiyordu rastgele değerler üretmeyi, hep bir dayanağa ihtiyaç duyuyordu, sınırları ve kalıpları vardı yani. İhtiyaçları vardı, muhtaçtı ki bu onu zayıf, daha ötesi bir hiç kılıyordu.

Pazartesi, Haziran 4

Gün: Pazartesi / Kıssadan Hisse

Bazen evde yalnız kaldığımda çok fazla "yalnız" kalıyorum.
Şarkı syleyecek kadar yalnız kalmak, şeklinde bir deyişin dilimize henüz yerleşmesiğini biliyorum. Ama cidden, bence şarkı syleyecek kadar yalnız kalmak var.
Örneğin, kendi kendine konuşacak kadar yalnız kalmak da var, ama o yalnızlığın dibine vurmakla eşdeğer.
Ya da mesela, tırnaklarını kesecek kadar yalnız kalmak var. O da işte kalabalık ayrıldığında, sadece en yakınların 2-3 kişi kadar kaldığında geçerli.
Ya da, ya da, kedinin evde ortalığa sıçacak kadar yalnız kalması var, ki bu da kedi için yalnızlığın dibine vurmak oluyor.
Bi keresinde kedim Keşiş onu evde 38 gün yalnız bıraktığımızda evi her tarafına kaka yapmıştı.
Neyse efenim, kısacası, yalnızlık bazen kalabalık da olabiliyor.
Yalnız olmak için illa "tek" olmaya gerek olmayabiliyor.

TİZLER HEP AYNI.

Perşembe, Mayıs 31

Bilinen İlk Film Müzikleri Bölüm 2


1891-1896 yılları arasında bu gelişmeleri (ilk bölümdeki müziğin sinemaya dahil edilme çalışmalarındaki başarısızlıkları) tersine çeviren biri ortaya çıkmış: Emile Reynaud. Çizgi filmin büyük babası olarak bilinen bu kâşif, Praksinoskop adı altında geliştirdiği alet yardımıyla halka Théatre Optique'te 15-20 dakikalık hareketli resimler gösterebilmeyi başarmış. Üstelik bunu müzik eşliğinde yapıyormuş. Reynaud'un gösterileri için müzikler ise Gaston Paulin tarafından hazırlanmış. Hatta bu Praksinaskop gösterilerinden Pauvre Pierrot adlı onlanında bir serenad bile bulunmaktaymış. Bu biçimde müzik, daha doğmadan önce sinemayla tanışmış oldu. Dolayısıyla film müziği, sinemadan daha yaşlıdır denebilir. Ancak bu tanışma kısa sürmüştür.

Çarşamba, Mayıs 30

İstanbul'u kokluyorum, gözlerim kapalı.

Deli gibi şehir kokuyor İstanbul.
Geçen gün Kadıköy vapurundayım, açık tarafına geçtim kuruldum. Püfür püfür esiyor felan, tertemiz deniz havası, kokla kokla bitmiyor, başım dönüyor derken, kıyıya nispeten yaklaştığımız saniyelerin birinde birden o temiz deniz kokusuna karışmış çok uzaklardan gelen bir araba egzozu kokusu aldım. Birkaç saniye boyunca yüzüme esti. Sonra bizim açımız değişince kayboldu.
Uzaktan ve biraz yukarıdan Kadıköy'e baktım.
Hani şu "baltalayıcı karakter" var ya mizah dergilerinin birinde. Ona benzettim şehri o an.
Ulan şehir. çok şehir kokuyorsun, itoğluit, dedim.

Bu yazı nasıl biter lan? Bitmeyecek türden yazı aslında bu. O yüzden ben şimdi hile yapacağım ve bir video ekleyeceğim sonuna. 
İstemese de bitmek zorunda kalacak Esen kalın banci jampiler.


Salı, Mayıs 29

The Beatles Rockband Intro Animasyonu


Devamı yarın diyerek bitirdiğim "Bilinen İlk Film Müzikleri" devam edeceğimi belirterek kısacık (hep kısacık diyorum ahah) bir şey paylaşmak istedim.

Popüler müzik tarihinde birçok eleştirmen, müziksever, müzik yapımcısı tarafından dünyanın en büyük müzik grubu olarak nitelendirilen The Beatles, benim için de dünyanın en büyük gruplarından. İnternetin olmadığı, bilgiye bu kadar kolay ulaşılamadığı bir zaman diliminde, 60'larda, tüm dünyayı kasıp kavurduğunu düşündüğümüzde; bu kanının hiç de yanlış olmadığı aşikar.

Bilinen İlk Film Müzikleri Bölüm 1



   Hollywood'un eski yapımcılarından Irving Thalberg, sessiz film dönemini anlatan bir yazısında şöyle der: "Sessiz filmler asla sessiz olmamıştı.


   Hareketli resimler elde etme çalışmaları 19. yüzyılda başlamış ve bu başlangıç dönemine Arkeolojik Sinema Devri denmekteymiş. Resimlerin duvara yansıtıldığı "Büyülü Fener" adı verilen bir cihaz ilk sinema aleti olarak kabul edilir. Araştırmacılar bu aletle yapılan kimi gösterilerde müzik çalındığını belirtmişler. Aynı dönemde yapılan farklı denemelerde, bir çok girişimde bulunulmuş ve sonuçta büyülü fener dışında, Tomatrop, Fenakististop, Zoetrope, Daedaleum (isimleri hatırda kalmasa da araştırmak isteyen meraklı gençlerimiz olabilir düşüncesiyle eklemek istedim) gibi birtakım icatlar ortaya çıkmış fakat hemen hepsinde çok da verimli olmayan sonuçlar elde edilmiş. Hiçbiri topluluğa gösterilecek tarzda değilmiş. Bundan dolayı bu buluşlar müziksiz ortamlarda gösterilmiş.


devamı yarın

(çok uykum geldi + uzun yazı okumak istemeyenlerin psikolojisini düşünerek bölümler halinde yayınlamanın iyi olabileceğini düşündüm)


Pazar, Mayıs 27

Sakal, Bıyık Ve Favoriler


Alışkanlık olarak, yanımda minik bir not defteri taşırım. Yolculuk esnasında gözlemlediğim olayları / insanları kısa notlar halinde yazarım yanımda oturanlara çaktırmadan. Çoğu zaman eğilerek defterime göz atmaya çalışsalar da, yıkıcı dirsek darbelerimle karşılaşan "dünya insanları" hakkında aldığım son birkaç notu derledim.

Salı, Mayıs 15

Empati Yoksunluğu


Bilmiyorum lan ekşi sözlükte takılıyor musunuz hiç ? Arada ne bileyim başlıklara filan bakıp tartışmalara göz atıyor musunuz ? Ben arada hobi gibi girer bakarım. Ekşi sözlük sonuçta ülkenin en büyük sosyal medya göstergesidir ve kalbinin attığı yerdir.

Pazartesi, Nisan 16

Basit Caps Yapımı


Sözlükteki paint terk arkadaşlarımın ufkunu genişletebilecek bir program ve programın kullanımıyla ilgili bilgi veriyorum.
Şuradan gimp indirilir : http://www.inndir.com/The-GIMP-29948p.html
   20 mb açık kaynak fotoşop programı.

Devamı için zıplayın...

Salı, Nisan 10

Envansiyon

Bugün  Pleaser'ın yazdığı yazıyı okuyunca, her müzik öğrencisine başta işkence gibi gelen 'envansiyon' çalma çabalarımız geldi aklıma. Pek istekli değilseniz ya da çalışmıyorsanız piyano öğreniminizin tamamında da işkence gibi gelmesi muhtemeldir. Envansiyon'dan sonra ise asıl kontrpuan tekniğinin döktürdürüldüğü 'füg'ler çalınır. Füg çalan varsa müzikal açıdan şanslıdır, psikomotor açıdan ise kurtarılmaya muhtaç bir balık gibidir. :)

"ARMONİK NE LAN?"

"Başka isim bulamadınız mı?"

"Hiç akılda kalıcı değil bu"

"Değiştirelim. Mesela Boncuksözlük olsun"

"Bu isimle bu sözlük tutmaz".

Pazartesi, Nisan 9

heart ile kalbe giden yol




Nasıl bir gaza gelmek, nasıl bir coşmak anlatamam. Sanki chopper ile dünya turundayım.

B a ğ d a ş ı m

      Müzikal bir algıya sahip olmak çok ilginç. Müzikal algı derken, icra ve yetenekten bahsetmiyorum. Yaşamı müzikle irtibatta tutmak denebilir belki. Hiç izlemediğim bir film afişi ya da karesi, bir yağlı boya tablo ya da birkaç fırça darbesi, güneşli bir günde yaptığım kısa bir yürüyüş, yağmur yağdığında topraktan yükselen müthiş koku ile gri bulutlar... Bunlarla birlikte kulağımda sürekli bir müzik. Bazen bunlara benzer bir durumla karşılaşmadığım halde kulağımda sürekli bir müzik. 

    "Klip tadında yaşıyor şu ânı, tipe bak" denir ya, ben de dönem filmi tadında yaşıyorum bazen işte. Öyle bir mal görüntü veriyorum, veriyormuşum. Az önce gördüğüm bir tablo üzerine beynimde duyduğum, hissettiğim, bağdaştığım eserin linkini ise aşağıda verdim. Brahms'ın 3. senfonisin pocco alegretto bölümü. Güzeldir.

Cuma, Mart 30

A Ç I L I Ş

    Blogumuzun müzikle ilgili ilk gönderisi bu olacaksa, müziğin ilk ögesiyle kısacık bir giriş yapmanın uygun olacağı kanısındayım. Bu, sonra yazılacak olan gönderilere göre daha akademik ve teknik görünebilir belki. Her neyse, açılışı yapıyorum.