Çarşamba, Haziran 13

Bazen ölünür

        Armonika, yaşayan bir çalgıdır, senin nefesinle. Ciğerlerin onun ciğerleridir, kalbin de onun kalbidir, onda atar. Zihnindeki ve yüreğindeki med-cezirleri bütün hengamesiyle dışarı püskürtür o şahsına münhasır gevrek ve iğreti çığlıklarıyla. Çığlık demek doğru olmaz, daha çok inler o aslında, ve nağmeler cabasıdır, daha çok inler o aslında.
   
       Sözcükler, ağır uykusuzluk halidir. Uykulu oluşun tersi olan uykusuzluk halidirler. Uykuluyken bizim için, uykulu ve uykusuz birdir zira, ve hiçtirler. Uykusuzken ise, pirüpak bir zihinle olmasa da, adını ve insan oluşunu hatırlayacak kadar uykusuzken, sözcükler "bir şeyler"leşmeye başlar.



       Uykuluyken sözcüklerin yerini derin ve boş imgeler alır. Gözlerim aralıkken ve kuşlar ötmeye başladığında, yeni gün çoktan tepede yerini aldığında ve ben artık eskiyip yastığa teslim olduğumda, kapı kolu olurum çoğu kez, sonra alaca karanlıkta kapı aralığından içeri uzanan bir el olur çocukluktan kalma alışkanlıkla, sonra o ben olurum. Gözüm keserse gökyüzünde ay olurum bazen. Sonra hiçleşirim, ta ki ben dediğim şeyden öte bir şeyler bir anda kendini hala ilkokul sıralarında ya da eski evimizin arka bahçesinde oynayıp duran bir çocuk zannetmeye başlayana kadar.
   
       Ve bütün bunlar sırasında sözcükler metrukturlar, birer imgedirler belki eski derisini taştan kuyunun yanına bırakmış o meçhul yılanın boş kalan eski derisi gibi. Tabi ki yine bu esnada, anlamlar meçhul yılanlardır, fakat bilmeyiz nerededirler, elimizde boş deriler vardır, kapı koluyuzdur, sonra kol oluruz, kuluzdur aynı zamanda, iyi uykular der tanrı bize o sözcüklerin içlerinin terkedildiği anlarda. Yastığa teslim olmuş bir beyin için kelimeler susmuştur.

      Armonika da susar, tabi ki biz uyanıksak, su istemediğini anlarız. Çünkü, ölüler su istemezler küçüklerinden. Ölmeden önce onlara hep su vermek gerekir. Armonika, ölününce susar. Ruhu akar çünkü eşi ölmüş bir armonikanın, dudak tarafından. Ses etmez çünkü ciğeri bir ölünün ciğeridir ve kalbi bir ölünün kalbidir, toprağa akar.

      Baş toprağa yenik düştüğünde nağmeler de susar.  Ciğer ve yürek de susar elbette. Toprak bu,  nefes geçirmez hiç, coşku ve nefret de, ve pişmanlık da geçirmez. Su geçirir belki, mezarların üstündeki gelin çiçeklerini sularız.


      Uykuluyken gittiğim yerlere gelmiyor ama ölüler. Onların da kelimeleri yok, biliyorum. Başları toprağa yenik düşmeden önce, yastıklara ölürlerdi gecelikleriyle. O zamanlarda da kelimeleri olmazdı, ama yastıkları topraklaştıktan sonra kelimelerinin olmayışı yetemiyor olsa gerek ki, artık 'bir yerlerde duran organik kitle ve birilerinin aklında kalan anılar ve "oğullarına en son yaptıkları tahtadan oyuncağın üstündeki çentiklerin faili" ve buna benzer sıfatlara sahip kavramlar'laşıyorlar.
Gerçekten varlar mıydı, ne kadar uykusuzuz, bilişimiz ne kadar tutabilir aklında bütün bu 'artık olmama'ları, bilemiyoruz. Ne zaman uyuruz, uyursak ne oluruz bilemiyoruz.

   Armonika, uyuyunca susar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder