Çarşamba, Haziran 13

Bazen ölünür

        Armonika, yaşayan bir çalgıdır, senin nefesinle. Ciğerlerin onun ciğerleridir, kalbin de onun kalbidir, onda atar. Zihnindeki ve yüreğindeki med-cezirleri bütün hengamesiyle dışarı püskürtür o şahsına münhasır gevrek ve iğreti çığlıklarıyla. Çığlık demek doğru olmaz, daha çok inler o aslında, ve nağmeler cabasıdır, daha çok inler o aslında.
   
       Sözcükler, ağır uykusuzluk halidir. Uykulu oluşun tersi olan uykusuzluk halidirler. Uykuluyken bizim için, uykulu ve uykusuz birdir zira, ve hiçtirler. Uykusuzken ise, pirüpak bir zihinle olmasa da, adını ve insan oluşunu hatırlayacak kadar uykusuzken, sözcükler "bir şeyler"leşmeye başlar.

Pazar, Haziran 10

Sonsuz Şimdinin Etkileri

Bazısı insanoğlunun, çok garip edalara hükmederek nefes alır. Koştuğumuz tüm yalan gerçeklerin bilmezden gelinmesi, insanı kendi kaosuna sürüklüyor. Bir kadın çığlığında gizliyor tüm anlamlarını misal. Kimi de eliyle taşları topluyor. Oysa döngü sezilmemiş tüm hissiyatların tarifsiz bilgisinde yatıyor.

yani...

 Tecrübe ettikçe aslında elimizde olmayan tüm bilinçleri kazanıyoruz. ...ve bize yaftalanan tüm hırsların aslında yokluktan geldiğini anlıyoruz. İnsan büyüdükçe vazgeçiyor bir çok şeyden. Oysa küçükken ne de çok vardı ileri doğru koşan hayaller. Hem de inanılmaz bir hızla. Geçmişi öğrendikçe adeta, yani geçmiş hakkında bilgimiz ne kadar çok artarsa o kadar vazgeçiyor(sun) insan yarından.


 gelecek katlediliyor:

 Sızıntı büyük, sorumluluk ağır. Vaz mı geçmeli haz mı almalı? Kaçınılmaz son ise zorunlu kabullendiriş. en güzeli ise kendini şelaleye doğru hızla ilerleyen bir nehirde deniz yatağıyla, ağzında sigaran, ellerin ensende kenetli bırakmaktır, gökyüzüne son kez bakarak.

 İşte sana sonsuz şimdi'nin en kısa ama en uzun yolu. Susmak ve devir alan tüm eylemleri pencereden sokağa bakar gibi izlemek bazen en güzel olanı insanoğlu, bazen de dinlemek o çığlığı:




 

Cuma, Haziran 8

Güller Kırmızıdır, Menekşeler Mor


Sanırım, dünyanın en basit tabusu renkler.
Kırmızının kırmızı oluşu, yeşilin turuncu olmayışı. İstese de olamayışı.
Benimsenmiş, kabullenilmiş gerçeklerin değiştirilemez oluşu.

Şimdi ben çıkıp desem, "Ulan yeter bu sandalyeye sandalye dediğimiz. Artık adı dokoko olsun" desem, kim umursar beni? Sandalyenin adı değişir mi? I ıh.
Zaten, gelin görün ki, dillerin ve kelimelerin gelişimi de böyle olmadı. 

Kimileri kısıra soğan koymaz, kimileri ise sabahları yürüyüşe çıkar. Bense evde kanguru beslemek için illa bir kangurunuz olması gerektiğine inanmayanlardanım.

Bir de oğlum, bu reklamlarda çıkan Sağlık Bakanlığı Sigara Bıraktırma Hattı - 177'yi ne zaman arasam yanlış numara diyor lan.
Hayır herkesten önce ben mi fişlendim de, sigara içmediğimi zaten biliyor ve beni almıyorlar aralarına, anlamıyorum. 
Gördüğünüz üzere, sigara bırakma hattını da sadece sigara içenler aramak zorunda değil. Ah ulan hükümet!


Çarşamba, Haziran 6

Geçmişten Günümüze Saat


Saatlere anlamlar yükleyip modern hayatın bizi nasıl kıskıvrak yakaladığından filan şikâyet etmeye hakkımız yok, dünyadaki ilk günlerinden beri insanlar bir şekilde zamanı ölçmeye çalışmışlar. Yani aynen saçlarımız gibi saate olan merakımız da atalarımızdan miras kalmış. Güneşin gökyüzündeki hareketlerine bakmışlar, gölgeleri izlemişler, üzerinde işaretler olan ve yandıkça işaretleri silinen mumlar denemişler, yağı bittikçe zamanın geçtiğini anlatan gaz lambaları ve kum saatleri yapmışlar. Uzak Doğu’da, yakılan tütsünün ne kadarının bittiğine bakılırmış. Su saatleri, hava bulutlu olduğunda çalışmam diye tutturmadığından daha tutarlı ölçümler yapılmasını sağlamış. 

Salı, Haziran 5

Rast


Her şey pitondaki random modülünün saat sinyali bilgisini bi işlem dizisinden geçirip değerler üreterek çalışıyor olduğunu öğrenmemle başladı.

Zamanla teknolojiye olan inancım zayıflamıştı. Teknoloji, kelimenin tam anlamıyla tekliyordu. Aslında her şey bir topun yüksekten düşmesi kadar sade, sıradan, basit ve bayağıydı. Dahası, tahmin edilebilir, ve bağlıydı, en önemli kelime de bu, bağlıydı her şey. Başka bir şeye bağlıydı, insan zekasının aşmış bir ürünü olan bu alet beceremiyordu rastgele değerler üretmeyi, hep bir dayanağa ihtiyaç duyuyordu, sınırları ve kalıpları vardı yani. İhtiyaçları vardı, muhtaçtı ki bu onu zayıf, daha ötesi bir hiç kılıyordu.

Pazartesi, Haziran 4

Gün: Pazartesi / Kıssadan Hisse

Bazen evde yalnız kaldığımda çok fazla "yalnız" kalıyorum.
Şarkı syleyecek kadar yalnız kalmak, şeklinde bir deyişin dilimize henüz yerleşmesiğini biliyorum. Ama cidden, bence şarkı syleyecek kadar yalnız kalmak var.
Örneğin, kendi kendine konuşacak kadar yalnız kalmak da var, ama o yalnızlığın dibine vurmakla eşdeğer.
Ya da mesela, tırnaklarını kesecek kadar yalnız kalmak var. O da işte kalabalık ayrıldığında, sadece en yakınların 2-3 kişi kadar kaldığında geçerli.
Ya da, ya da, kedinin evde ortalığa sıçacak kadar yalnız kalması var, ki bu da kedi için yalnızlığın dibine vurmak oluyor.
Bi keresinde kedim Keşiş onu evde 38 gün yalnız bıraktığımızda evi her tarafına kaka yapmıştı.
Neyse efenim, kısacası, yalnızlık bazen kalabalık da olabiliyor.
Yalnız olmak için illa "tek" olmaya gerek olmayabiliyor.

TİZLER HEP AYNI.