Cuma, Aralık 7

YANLIŞ SAYILAN BOZUK PARALAR VE AŞK ÜZERİNE


Deli gibi kar yağıyordu, cebimde az bir para vardı. Aç değildim ama içim kıyılmıştı. Böyle durumlarda canım hep tatlı ister. Çikolata yiyeceğine pekmez ye eşşoğlueşşek diyen annemi düşündüm bi an. Halbuki pekmez, çikolatadan daha pahalıydı, neden böyle söylerdi ki annem diye düşündüm montumun cebindeki madeni paraları sayarken. Üç lira yirmibeş kuruşum vardı, kara sinek gibi ellerimi ovuşturdum bir süre. Ne alabilirdim? Ne istiyordum? Yarım saat sonra kendimi ne yerken hayal ediyordum? Kararsızdım. Çektim, aldım montu kapımın arkasından, geçirdim pijamamın üstüne. Pantolon giymeye zaman yoktu. Tatlı beklemez.
Apar topar çıktım apartmandan. Kapıcı ile karşılaştık, merhaba dedim, aleykümselam dedi. Yani demek istedi ki, amına koduğum imansız pezevengi.  Aldırmadım. Lafların altında anlam arayacak zamanım yoktu. Apartmanın bahçesinden çıktığımda, caddenin solunda Bim duruyordu… Eski sevgiliydi Bim. Sadece para az olunca gidilen unutulmuş bir liman gibiydi. Mağrurdu Bim. Unutulmuşluğun kırgınlığı vardı üstünde. Uzun süre mesaj atılmayan sevgili gibiydi.  Mesaj hakkım bitti cnm ondan yazamadım kbakma demek istedim ama yemezdi Bim. Çektim kapşonu kafama, koşar adım gittim. İçeri girdiğimde o sadece Bime ait beyazlık karşıladı beni. Rafların üzerindeki kameraya takıldı gözüm, gülümsedim. Tatlı reyonunda takıldım uzunca bir süre. Uzun bir arayıştan sonra Centro gofretlerinin yanında buldum kendimi. Ama Centro, eski Centro değildi. Son aldığımda gofretlerin gramajını büyütmek için fazladan bir katman eklemişlerdi ki, aradaki o yoğun çikolatanın tadını almamı engelliyordu. Centro ile olmazdı. Başka bir şeydi benim aradığım. Çikolata olmasa da olurdu. Odamda çekmecede duran Cafe Crown ları düşündüm. Onunla giden bir şey almalıydım. Aranıyordum deli gibi. Sonunda buldum… Kurabiye almalıydım. Artık reyondaki yerini ezberlediği Kavala Bademli Kurabiyelerin yanında aldım soluğu. İşte bu diyerek gülümsedim… Canlarım benim. Nasıl da duruyorlar rafta sıra sıra. Ama gözümdeki o parıltı, fiyatlara bakınca söndü. Zam gelmişti Kavalaya. Üç lira kırkbeş kuruş yapmışlardı. Hüzünlü bir ifadeyle baktım Kavalanın üstündeki unlu kurabiye resmine. Ne de güzel olmuşsundur beyazlar içinde sen dedim, içimi çektim. Daha fazla bakmamalıydım. Sevgilisinden ayarı yemiş Yeşilçam kızı edasıyla gözlerimi kolumla kapatarak koşar adım çıktım Bim den. Hava soğuktu. Hava bıçak gibiydi. Başka tenlerde aramalıydım aşkı. Hemen Bim’in karşısındaki Ayka markete girdim. Tam kapıdan girecekken dönüp arkamı baktım Bim’e pis pis gülümsedim. Beni görmemiş gibi yapıyordu Bim. Eheheh sen başka yere bakıyormuş gibi yap. Ama şunu unutma Bim… Benim gibi seveni bulamazsın. Beni yirmi kuruş için sattın, beni hak etmiyorsun artık diyerek gülümsedim ve daldım içeri. Farkıydı burası. Pahalıydı… Kavala da yoktu burada. Arayıp tarayıp bir kuru pasta buldum, üzerinde fiyat yazmıyordu. Bir süre inceledikten sonra kasiyere gittim, o soğuk bakışlar altında konuşmaya girmek için zorlansam da “şey… bunun üzerinde fiyat yazmıyor ama…” dedim. Daha lafımı bitirmeden üç buçuk dedi ve işine döndü soğuk nevale. Ağır adımlarla arkamı dönüp, bıraktım yerine ve çıktım. Kar hızlanmıştı. Tatlı yemeliydim.  İleride bir market daha vardı. Donuyordum. İçime kaçan kar tanesiyle irkilip hıaaa ananıskiyim diye böğürdüm. Bana bakıp gülüşen teyzelerin arasından sıyrılarak daldım içeri. Burada da yoktu. Çıldırmak üzereydim. Olmuyordu… Olmayınca olmuyordu…  Attım elimi cebime, çıkardım madeni dostlarımı. Dert ortağım onlardı. Acı acı gülümsedim, nasılsınız dedim. Rahat mı cebim? Isındınız mı? Belki cebimdeyken siz de kaynaştınız birbirinizle. Belki siz de tattınız bu aşk denen illeti. Belki siz,  belki siz …o benim tadamadığım karşılıklı aşkı buldunuz. Nasılsın yirmibeş kuruş? Alıştın mı arkadaşlarına. Sen elli kuruş? Eheh sana kız mı yok be oğlum takma. Sizler kocaman bir ailesiniz. Benim cebimde yetişen mutlu bir köysünüz. Köyünüz her daim sıcak kalacaktır, söz veriyorum. Mandalina kabuğu kokulu yuvalarınızda sevin, sevilin, sevişin. Ben yapamadım, siz yapın. Hatta çocuk yapın… Bi Dakka… Çocuk yaptınız mı siz? Eğer yaptıysanız…
Hemen saydım paraları. O da ne. Geriye doğru irkildim. Evet cebimde tam üç lira elli kuruş vardı. Mutluluktan uçacak gibiydim. Koşarak çıktım marketten içime doluşan kar taneleri bile soğutamıyordu beni. İşte geldim Bim dedim. Sevgilin geldi işte… Koşarak girdim içeri görevlilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan Kavala Bademli Kurabiyeyi kaptığım gibi kasaya gittim. Parayı verirken elim titredi. O küçük köyüm, artık yazarkasa da büyük bir metropole bağlanmıştı. Onlar da büyük şehirlerde benim gibi soğuk, hissiz aşklar yaşayacaktı belki. Mandalina kabuğu kokulu köylerini özleyeceklerdi, kim bilir?
Çıktım Bim den geldim eve. Mutluydum, kahvemi yaptım, kuruldum koltuğuma, dışarıyı seyrettim.
Deli gibi kar yağıyordu.
Cebimde para yoktu. 

Salı, Eylül 11

BERKAY' LARA AÇIK MEKTUP


Sahilden en paspal halinle geçerken, güzel bir mekanın önünde duran lüks bir arabadan çıkan, üç numara saçlı kirli sakallı, herkesin ilgi odağı olan, belki de senin hoşlandığın, platonik yazdığın kızların nerde kaldın berkay yaa deyip,gözlerinin içine baktığı, sulandığı, her zaman dört ayak üstüne düşen, hayatı sadece iyi tesadüflerden ibaret olan Berkaylar. sözüm size:

Bak berkay. benim muhtemelen kısa bir zamanım kaldı. Önümüzdeki 8-9 yıl içersinde ya aşırı panik atağın sonucu kalp krizinden öleceğim, ya da yalnızlıktan, şizofreni tanısı yiyip kafayı tırlatacağım. Hayat buysa zaten çok da fazla durmaya niyetli değilim.
Yüzün düştü berkay hayırdır? Üzülme, ben hazırladım kendimi. Gerçi hazırladım dediğime bakma. Şimdi bi sarsıntı olsa tabanlarım götüme vura vura kaçarım. Ama sonuçta bununla yaşamayı öğrendim. Benim hayatım sayısız kötü tesadüflerle dolu Berkay. Yurtta çocuğun teki hırsızlık yapmıştı, yakalanacağını anlayınca telefonu elinden fırlatmış, telefon da benim yatağıma düşmüştü tesadüf. Sonra odaya girince hırsız damgası yemiştim. Tam hayatımın aşkına ilan ı aşk edecektim, bir gün öncesinden kendimi hazırlamıştım. Tam o gün amcam vefat etti, memlekete gittik, geldiğimde kız çoktan beni çıkarmıştı hayatından. Geçen yıl tam autocad de bilgisayardan çizim yaparken bilgisayar çöktü, projeyi hazırlayamadım ve kaldım. Tesadüf bunlar berkay. kötü tesadüf, sen bilmezsin.
Bizim gibi salaklar, silik dedikçe silik tiplerdir. Hiçbirimizin yüzünü hatırlamazsın bile. Neyse berkay konu bu değil. Tek bir dileğim var. Yüce rabbim benden alsın, sana versin. Hep dört ayak üstüne düş Berkay. Ben kafa üstü çakılırım. Ben hayatı yaşamaya çalıştım yıllarca, çocukluğumdaki saflığı, o canlı renkleri aradım. Şiirde aradım, müzikte aradım, edebiyatta aradım, yeteneğim yok Berkay, yapamadım. Hayatı yaşayamadım. sen yaşa Berkay. Kıskanıyorsam şerefsizim. Hoşlandığım kızlar vardı benim Berkay. Hepsi şu an senin peşinde. Hepsiyle çatır çatır seviş. O kızların çoğuna sözler hazırlamıştım. İstersen gel sana söyleyeyim o sözleri. Kızlara söylersin, hoşlarına gider. Dedim ya berkay bakma öyle. Tatil köyleri, köpüklü dans partileri seni bekler Berkay hadi git.
Çocukluğunda da bilirim Berkay. Zengin adam olmak isterdin hep, oldun da. Ben mavi power ranger olmak isterdim, şimdi aynı bokun laciverti oldum. İyi bir edebiyatçı olmak isterdim, heredot cevdet oldum. House md olmak isterdim, doktorlar dizisindeki kutsi oldum. Ben hep çakma nike tadında yaşadım hayatı. Hep bir şeyler eksikti. senin her şeyin var. yakışıklısın, zenginsin, istediğin okulda okuyup, istediğin mesleği yapabilirsin. Özel okullar seni bekler. dedim ya Berkay kıskanmıyorum. ben yurt köşesinde uyumaya çalışırım. Sen üç kızla ikili yatakta yat.
Neyse Berkay uzattım. Hadi koş, hayat seni bekler. Benim yaşayamadığım, teğet geçtiğim hayata voleyi vur Berkay.
 

Cuma, Ağustos 31

bu gotham şehrinin kötülerden çektiğini istanbul barzolardan çekmedi lan

batman i batman jokeri joker yapan bu şehrin vatandaşlarından biri olduğumu düşündüm bir an. sonra irkildim ve kendime geldim. "yok lan yaşanmaz" dedim. başlangıcıydı, yükselişiydi, kara şovalyesiydi-arnold şıvarzeneger in (okunuşu bile zor yazılıyor amk) oynadığı o en boktan filmi bile-  oğlum kaç filmdir izliyoruz doğru düzgün belediye otobüsü bile yok lan şehirde. koccccaaaaaaa gotham şehrinde bir körüklü volvo, çoluğu çocuğu kaçırılmış ta onları haykırarak arayan bir kaplan yavrusunun çığlıklarını andıracak şiddette feryat figan sesler çıkartan bir 1982 model sanos olmaz mı ? olmuyor işte...

http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=58620&start=10

peki bir belediye otobüsü bile olmayan böyle bir şehri kim ne yapsın amk? jokeriydi, pengueniydi, kedi kadınıydı ve daha yazmakta üşendiğim bir çok şerefsiz pezevenk karaktersiz haysiyetsiz karakter hali hazırda fukara daşşağı gibi kokan şehri iyice bok hale getirdiler. hayır bu ahlaksızlar "vay efendim gotham için sınav zamanı, yok efendim gothamlıların onurlarını test edelim" gibi triplerle bu vatandaşı gerim gerim germediler mi? yazık o batman e... adam vatandaşı kurtara kurtara bir hal oldu, hele ki bir ara gotham emniyet teşkilatı o kadar rahattı ki 2-3 eşşek sıpası kapıyı çalıp kaçsa hemen "vur batman ışığını karanlığa"....iyi amk siz alın 2000-3000 lira maaş, yatın amk. bu kadar (spoiler geliyor lan dikkat, o en son filmdeki gibi kayarlar işte) illa ki bir gün bir sıkıntı doğar.

bu arada batman ışığı dedim ama aklıma kızıl ötesi bir tespit geldi lan. hazırsan geliyor;

şimdi geceleri bu ışığı veriyorsun batman geliyor, falan filan yapıyor ve olayı çözüyor, peki bu gotham şehrinde gündüz olay olunca batman e nasıl ulaşıyorsunuz lan???????????!!!!%+()????****

saygılarımla

Çarşamba, Ağustos 15

Eşime

Hani insanlar sevdiğine geçmişinden bir şey veremez ya. İşte geçmişimden bir şey verebilmek adına yazıyorum bu mektubu sana.

Bu mektubu yazdığımda bilmiyordum seni. Fakat bu; seni düşlemediğim anlamına gelmiyor. Çünkü sen benim yuvamı kuran dişi kuşumsun, gözlerine bakınca başımın döndüğü.

Bazen şarkılar mırıldanabilirim sana.. Nasıl hoşuna gider, nasıl mutlu ederim seni. Belki aşkla yüzüme bakıp, sarılabilirsin bana. Sonra da işve yapıp ''bir de şiirler görebilsek senden'' diyebilirsin. Bense hiç şiir yazmayacağım sana. Çünkü bilirim; seninle aynı hayatı yaşamak zaten başlı başına bir şiir, ben bundan öte bir şey yazamam ki...

Cumartesi, Ağustos 4

Aynı Yolda Yürürken


ben yanında olmayanların yanında kaldım her zaman
benimle gör yeter ki
bende sence var mı ben biraz
biraz düşündüm olmadı kalın kafam inanmadı
kırık dökük bu resme baktım anca ağladım
kırdı geçti kalbimi
ben ağladım günler boyu
uyuştu kalbime giren bu okları çıkarmalı
elimde biraz çiçek ve avuçlarımda umut var
aynı yolda yürürken ben aynı yerde durdum bak
sende ağlama yeter be dünya güzel bu son perde
ister inan hislerinle ister inan hislerimle
ister inan hislerinle baloncukların benimle
oyuncak benim dilimde gözlerimde aynı şarkı
ezgi melodi uyandı kalbim aynı bir çocuktu
eskişehir gülmemekte ben benimle süt bir evde
isterim de sevdiğim yanımda olsun her zaman
gülümsesin zaman zaman bulutlu gökte bulutlarla

buldum aşkı belki derken sen giderken o giderken
arkada bıraktığın bir iz var unutma beni
dün çocuktum bugün çocuk hala ben bir çocuk muyum
senden önce bir masaldı,masallarda yalanmış
ufak kalbim teklemekte
süt beyaz bu ellerinde bıraktığın özlemimle
güzel kokan saçlarınla sen yanımda olsan bir rüzgar esse ufaktan
saçlarında dağılsa ne olur
güzelliğin mi bozulur
güneşten de güzelsin sen yıldızlar gözünde kaybolur
düşündüğüm zaman seni çıkamaz oldum
bil ki ben yanında değil rüyalarında büyürdüm
aldı gitti benliğimi o üzüldü sen üzüldün
duygularımı kaptın
onca hayal vardı ceplerimde
dağıttım ben ellerimle yoksul olan kalplere
parantez içinde severdim önceleri seni ben
şimdilerde kaybolan bu noktalarda bittin sen

Pazar, Temmuz 29

Sütlü İrlanda Viskisi

İki kaşımdan aşağı melün melün süzülerek, kalp şekli çizip çenemde birleşen iki masum ter damlasının sonsuz saadeti şüphesiz ki beni duygulandırıyor şu inanılmaz sıcak yaz gününde. Öyle ki insan serinlemek söz konusu olunca birden hiç olmadığı kadar yaratıcı hale geliyor ve abzürt abzürt fikirler üretiveriyor. Misal ben son birkaç gündür evin bir odasını boşaltıp orayı "fahri havuzodası" yapmayı kafamda ciddi ciddi kurguluyorum. Kapısına da biricik testeremle oyduğum küçük tahta parçasına "fahri" yazıp asmayı planlıyorum ki görenler dehşete düşsün.
Tabiiy, bu 86 derece sıcakta akla havuzdan başka şeyler de geliyor. Buz gibi, tatlı mı tatlı, viskiler, likörler, nihayet yaptıkları sübliminal reklamlar bir işe yarayan içine buz doldurulmuş bardakta şakırdayan coca cola'lar, hatta bazen eskiden tv'de dehşetle izlediğim bir skeç serisinin kahramanı olan Bülent Ersoy'un süt banyosu yapış sahneleri...
*Burada kafa sallama efekti girilmek zorunda, sahneleri çabucak kaybetmek lazım zihinden*
Bütün gün bunları düşleyerek işine konsantre olamayan sadece ben miyim, yoksa dünya hakkaten güneşe 3 santimcik daha yaklaştı da aslında hepimizin beyni mi eriyor, bilmiyorum.
İrlanda viskisini hayal ederken şimdilik sadece İrlandalı dedelerle yetiniyorum, o da başka bir gerçek.

Pazartesi, Temmuz 23

Karanlık Korkusu

Sokak lambalarına taparak yürümektir bazıları için.
Bazıları içinse, evine bir sokak lambası sığdıramadığı için üzülmektir.
Sokak lambaları kocamandır çünkü, salon avizeleri kadar cılız değildir vücutları; iri iri.
Sanki, bir tanesini alıp eve sığdırabilsem, ona sarılıp uyuyabilecekmişim gibi.
Avizeler de aydınlatır aslında yeterince. Ama güçsüzdür onların elleri; düştüğü yeri yakan ateş gibi.

Ne var içinde karanlığın? En büyük korkularım? Yoksa şimdiye dek kaybettiğim tüm ışıklarım mı?
Ne zaman gece olsa, güneşin, kaçırdığım her saniyesi için dakikalarca pişmanlık duyarım, ayrı ayrı. Kıymetini bilemediğim ışık huzmeleri, bir bir peşimde gezer geceleri, minik tıkırtılar eşliğinde. Kimilerine göre bu, basit bir karanlık korkusu. Ama bence değil. Bu, kaybettiğim tüm ışıklarımın benden intikam alma isteği, en şiddetli karın ağrısı. En gürültülü sessiz tıkırtıların senfonisi.